Çöplerin atıldığı dar sokağın girişinde, ateşin biraz ilerisinde oturuyordu yaşlı kadın. Gözleri buruş buruş büzüşmüştü içeriye doğru. Avurtları çökük, derisi yüzlerce yarıkla doluydu. Kafası çevresinde bağrışan, itişen kart çocuk seslerinin peşinde dönüyor, aradığını bulamamış gibi dişsiz ağzını şapırdatarak önüne dönüyordu her seferinde. Az önce suya batırılıp avucuna konan ekmeğin ucunu anca yiyebilmişti. İki kurumuş köfteyi sıkıca tutuyordu diğer elinde. Üstündeki paçavralara gömülmüştü ve yanına getirilip konulan tenekenin içindeki korlaşmış odun parçalarının etkisiyle hiç de üşüyormuş gibi gözükmüyordu...
Sadi, kel kafasını ovuşturarak geldi. Ayağını kaldırıp tekme atacakmış gibi hızla savurdu ve tam da hedef aldığı burnun yanında tutmayı başarınca keyifle güldü. İrkildi kadın görmeyen gözleriyle. Damağını şapırdatıp dururken havayı kokladı sanki ne olduğunu anlayacakmış gibi...
“Sadi, oraya gelirsem ananı sikerim bak!” dedi Ahmet.
Onun sesini duyunca yüzü ışıldadı kadının. Kendisini ne zamandır annesiymiş gibi kollayan çocuğa duyduğu minnet tek dişinden yansıyıp gecenin karanlığına atladı..
“Ne var lan?” dedi Sadi kafasını sallayarak.
“Ebenin amı var, sikik, çekil anamızın yanından,” diye bağırdı Ahmet ve ayağa dikilip dövüş pozisyonu alması sözlerine inanılmaz bir etkileyicilik kattı. Onu gören on altı yaşında olduğuna inanamazdı. Hayat tırmık ata ata derisini köseleye çevirmiş, tükürüklerinin asidiyle yüzünü iyice bir kırıştırmıştı. Diğer çocuklar da şarlayınca Sadi bir küfür savurup geriye çekildi ağırdan.
İşte dört beş adamın sokağa dalması tam da o zamana denk geldi. Ahmet’in bir süredir elini avucunu ovuşturup durması üşüdüğünden falan değildi. Ateş falan palavraydı. Endişe üstüne hücum etmiş, ne kadar bali çekse de başlarına gelmesi muhtemel korkunç şeylerin beklentisiyle her yanını kavurup duruyordu zaten karanlık çöktüğünden beri. Ne zamandır tehditler gırla gidiyordu, çekip başka bir yerde tezgah açmaları için. Dükkanlar barlar, mafyaya başvurmuştu onların ortadan kaldırılması için. O gün de bir herif gelip kendilerine manyeli çakmıştı ama nereye gideceklerdi ki? Diğer yerde de aynı şey olmayacak mıydı? Hiç değilse burada bazen dilenerek bazen zorla bir iki lokma giriyordu ağızlarına. Kaçmak üzere ayağa dikildiklerinde sokağın diğer tarafından pörtleyen şekli bozuk herifler umutlarını tamamen yok etti. Orada sıkışıp kalmış, baktılar mal gibi, yüzleri vahşi.
“Naabersiniz lan analarını siktiklerim,” diyerek ilerledi göbekli, kel bir adam olan Kazım. “Siktirip gitmediniz ha hala burdan?”
Sustu Ahmet yüzü kireç gibi. Cebindeki çakısına elini götürmeye bile yeltenmedi. İşleri bitmişti.
“Ne demiştim ben... Dübürünüze kayarım dememiş miydim lan? Ha? Neyinize güveniyonuz it oğlu itler!”
Bağırış yankılandı sokağın döküntü duvarlarına başını çarpa çarpa. Kadın havayı koklarken kuru eli öne doğru kalktı. Bir sızlanma döküldü dudaklarından, neredeyse kendisine bile ulaşmayacak bir güçsüzlükte. Demir çubuklar havaya dikildi. Ağlamaya başladı küçükten bir iki çocuk. “Bokunuzu yiyeyim ağbi,” gibisinden laflar döküldü çoğunun dilinden. Ama para etmeyeceği belliydi böyle şeylerin. Küfür ve tehditlerle ileri atıldı herifler. Ahmet kafasına inen demirle yere yığıldı az sonra. Saniyesinde bir tona ulaşan kafasını zorlukla kaldırdığında dudaklarına sıcacık bir kan sızıyordu. Diğer çocukların acımasızca dövüldüğünü görebildi böylece. Kerem ayağa dikilip bir yumruk savurmaya çalışınca Kazım’ın silahı hemen doğruldu. Göğsünden vurulup geriye uçtu Ahmet’in çocukluktan en yakın arkadaşı.
“Hayıır!” diye bağırdı o.
Ve birden ayağa dikildi yaşlı kadın. “Ahmet!” diye bağırdı genizden gelen hırıltılı sesiyle. Bastonu şimdi elinde sanki bir müzikalden aşırdığı süs eşyası gibi gereksiz, sallanıyordu. Orada öyle bir kadın yokmuş da ansızın ışınlanmış gibi durup ona baktı tüm adamlar.
“Ne var lan sikik?” diye bağırdı Kazım abartılı bir gülüşle. “Sen de mi sopa istiyon kart orospu?”
Birden bir gülüşle yayıldı kadının ağzı. Gençleşmişti sanki. Gördüklerini anlamlandıramadan baktı Ahmet. Yaşlı, buruşuk göz kapaklarının pat diye açıldığını görünce kafasına çöreklenen ağrı uçup gitti. Ellerini koyup doğrulmaya çalışırken de ne zamandır kendi elleriyle beslediği zavallı anacığının göz çukurlarında kıpkırmızı bir şeyler olduğunu görerek dumur oldu. Kazım tam bir şey daha söyleyecekken susup kalmış, öndeki ayağını istemsizce geriye çekmişti.
O anda...
Bir ışın fırladı gözlerden. İlkönce Kazım’ın şişko vücuduna dolanıp yakıverdi. Dar aralığa doluşmuş adamların ağzı bir karış açılırken de bir çocuğun boynuna demir çubuğunu dolamış boğmaya çalışan bir başkasını yakaladı. Sanki iğrenç bir çığlık eşlik ediyordu ona. Küle dönüşen kollardan sıyrılıp taş zeminde tangırdadı sopa. Böylece müthiş bir panik başladı. İnleyerek yerlerinde dönmeye, kaçmaya çalışan adamlar ışının hızına ulaşamayarak birer birer eriyip giderken çocuklar kendilerini yere atmış, faltaşı gibi gözleriyle neler olduğunu görmeye, anlamaya çalışıyorlardı. Yanık kokusu burunlarına kesif kesif dolar, o güne kadar neler görmüş mideleri boğazlarına doğru basınç yaparken ayağa kalktılar bir süre sonra. Kekeledi bir tanesi titreyen eliyle ileriyi göstererek.
Yaşlı kadın yeniden iki büklüm olmuş, bastonuna ağırlığını vererek uzaklaşıyordu, ana caddenin ışıklara boğulmuş tozlu havasının içine doğru. Yoğunlaşıp damlaması kesilen kanları silerek bir iki adım öne çıktı Ahmet. “Anacım!” dedi bir. Kadın durdu. Bekledi sallanarak. Sustu ama o. Ne diyeceğini bilememişti. Ansızın geri dönecek diye bir korku oturdu çocukların içlerine bir saniyeliğine. Ama yaşlı kadın yeniden yürümeye başladı ağır aksak ve kaybolup gitti trafiğin içinde.
Ahmet onu bir daha asla göremeyeceklerini biliyordu...
5 Şubat 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder