4 Şubat 2008 Pazartesi

TAROK

Sevim çok güzel bir kadın olduğunun farkındaydı. Medya sektöründe yükselirken de, çalıştığı televizyonda haberler bölümünün müdür yardımcılığına getirilirken de bayağı bir faydasını görmüştü bunun. Yirmiyedisine daha yeni basmıştı ve birçok talibi vardı yıllardır. Ama o her şeyde olduğu gibi sevgili seçiminde de hassas davranmış ve grubun koordinasyon bölümünün başında, parlak bir geleceğe yelken açmış Murat beyi seçmişti kendine. Çok da iyi anlaşıyorlardı.
O akşam da Sevim, evinden çıkıp arabasına bindiğinde amacı bir barda onunla buluşmaktı. Otopark karanlıktı. O yüzden alışkanlığı olduğu üzere hemen kilitledi kapıları. Arabasına yürürken nedense garip bir korku çöreklenmişti üstüne. Saçmalama, der gibisinden gülüp yatıştırdı kendini. Kontak anahtarını çevirdi.
“Sen, benim olacaksın,” dedi kalın, hırıltılı bir ses.
Dönmesiyle çığlık atması bir oldu Sevim’in. Dehşet yürüdü gözlerine. Kendini dışarı atmak istedi ama kıllı, uzun bir kol sımsıkı yakaladı boynundan.
“Ben Tarok,” dedi yaratık. Kırmızı gözlerinden kan ve yıkım fışkırıyordu. “Kızıl çayırların efendisi Tarok! Seni kendime seçtim.”
Konuşamıyordu Sevim. Göğsü körük gibi inip kalkıyor, kurumuş dudakları gittikçe daha çok açılıyordu. Müthiş bir acı vardı parmakların geçtiği yerde.
“7. ayın 13’ünde gelip alacağım seni. Başka kimsenin olmayacaksın! Anladın mı?”
Kafasını salladı Sevim korkuyla. Çişi fışkırıyordu donunun yanlarından.
Ve pat diye yok oldu Tarok. Bayıldı Sevim. Cep telefonun melodisiyle uyandığında gece yarısıydı. Murattı arayan. Kafasını toplamaya çalıştı. Az sonra kararını vermişti. Kimseye anlatmayacaktı bu saçmalığı. Güç bela evine çıktığında aynaya baktı ve boynunda kan oturmuş yerleri görüp çığlık atarak bir kez daha bayıldı.
Ertesi gün işe gittiğinde başka bir şokla karşılaştı. Murat ölmüştü. Sabah işe gelirken bir trafik kazası geçirmişti. Acı dolu birkaç ay geçirdi Sevim. Aklına devamlı kötü şeyler geliyordu. Delirdiğine inanmak istiyordu. Her şeyi yalnızca kendi kafasında kurmuş olmayı öylesine isterdi ki… O yaratığı bir türlü unutamıyordu. Söylediği güne beş ay vardı hemen hemen. Bir ay sonra bir barda başka biriyle tanıştı. Teselliye ihtiyacı vardı. Akşam beraber oldular. Fakat sabah uyandığında adamın yanında ölü bir şekilde yattığını görünce çıldıracak gibi oldu. Kalp krizi demişti doktorlar ama o buna inanmıyordu artık. Tedaviye başladı hemen. Avuç dolusu ilaç yutuyordu artık. Düzelmeye başladığında acı gerçeği de yanında taşıyordu. Demek ki doğruydu her şey. Kaderi bu kadar mı kötü olacaktı. Medyumlardan medet ummayı seçti ardından. Cincilere, büyücülere gitti. Ve bir süre sonra sonucu deneme zamanı geldi. Bir diskoya yollandı. En adi tipi seçecekti beraber olmak için. İyi insanlara zarar vermek istemiyordu. Ve kel kafalı, yalak bir adamı kolayca tavlayıp eve götürdü. Uyandığında telaşla adamı aradı ama hiçbir yerde olmadığını, kapıyı çarpıp gitmiş olduğunu gördü. Sevinç içindeydi. Ölmemişti işte herif. Giyinip, çantasını toparlayarak aşağı indiğinde onu kaldırıma yapışmış bir halde buldu. Çöküp kaldı orada. Ve Tarok “Kalk,” dedi ona. Yaş dolu gözlerini kaldırdı hınçla Sevim. Oradaydı işte.
“Sen benimsin,” dedi yaratık. “Kimseyle olamazsın. Kendine iyi bakacaksın. Yemek yiyecek ve kimsenin sana dokunmasına izin vermeyeceksin. Kızmaya başlıyorum artık.”
Yine yok oldu.
Delirmiş gibi bağırdı Sevim. Herkes camlara çıktı bir süre sonra. Şaşkın, ölmüş bir adamın yanında tepinen, arabalara tekme atan kadını izlediler. Delirmişçesine, saçları ayaklanmış halde arabasına atladı o. Boğaza geldi hışımla. Orada denize bakarken intihar etmeyi düşünüyordu. Ama, ya ölmek Tarok’tan kurtuluş anlamına gelmiyorsa! İşte o anda beynine yerleşen fikirle sarsılıverdi. Çantasını yere patlattı hınçla.
Böylece, hemen o gün gidip genelevde işe başladı. Pezevengiyle anlaşmış, ücretini de beklenmedik bir şekilde düşük tutmuştu. Kapının önünde kuyruklar vardı bir gün sonra. Güzelliği hemen yayılıvermişti kulaktan kulağa. İki hafta sürdü Tarok’un karşısına çıkması. Öylesine yorgun ve bitkin bir duruşu vardı ki şaşırdı Sevim. Nefes nefese, zorlukla “Artık benim değilsin. Boşadım seni,” diyerek yok oldu. Belli ki insanları öldürüp durmaktan sıkılmıştı.
Sevinç içinde Taksim’e attı kendini Sevim. O bir hafta iş yerinden ve eski tanıdıklardan en az on kişinin kendisini genelevde görmüş olması umurunda bile değildi. Çoğu ölmüştü zaten. Mutluluk içinde “Yaşasın,” diye bağırıp en yakınındaki insanın yanağına müthiş bir öpücük kondurdu…

Hiç yorum yok: