5 Şubat 2008 Salı

ÇOCUKLUK

Ercan’la Salih arabaların vızır vızır aktığı yolda yavaş yavaş yürümekteydiler. Geleceklerine basmaktan korkar gibi görünüyorlardı. Üstlerine alacakaranlığın depresif örtüsü inmiş, yaşamdan bunalan yüzleri çaresizliğin gölgesiyle kaplanmıştı. Yerleşim yerlerine bir kilometre kadar uzaktaydılar. Tek tük gece lambalarından ziyade virajda o tarafa yönelen ışıklarla görebiliyorlardı aşağıda uzanan ormanı.
“Hay sıçayım be,” dedi Ercan. “Hayat mı bu lan!”
Ona baktı Salih bir şey söylemeden. Hiçbir şeye hali yoktu o sırada. Eve gidip televizyon izlemekten başka bir şey düşünmüyordu.
“Sıkıntı sıkıntı sıkıntı,” diye devam etti Ercan. “Ulan bir çocukluğuma dönsem...”
Lafların arkası gelmedi. Çünkü ansızın yok olmuştu ortadan Ercan.
“Ulan!”
Salih zınk diye durmuş, arkadaşının az önce yürüdüğü yere bakmıştı afallamış bir halde. Ağzı neredeyse göğsüne kadar sarkmıştı. Dönüp anlamsızca diğer yerleri de gözden geçirip yine o tarafa döndü. “Ercan, Ercan, nerdesin oğlum?” Şaşkınlığı soğurken tüyleri de ayağa kalkıyordu. Karanlığın içinde, tırsmış bir kedi gibi kabararak durup, pörtlemiş gözlerini yuvalarında çevirdi. “Ercaaan!”
Ardından korku içinde koşturmaya başladı. Bir şey almıştı arkadaşını yanından. Sıra kendisindeydi belki de. O, deli gibi koştururken yanına bir araba yaklaşıp korna çaldı. Sonra bir daha. “Ulan baksana dallama Salih,” dedi bir ses. Yavaşlayıp anlamaz gözlerle arabaya baktı o. Dumur denen o beter duygu üstüne çullandı bir anda. Ercan’dı bu! Son model bir porsche’un içinde oturuyor ve pişmiş kelle gibi gülümsüyordu.
“Oğlum, nereye kayboldun, bu araba da nerden...” Sözlerine devam edemedi Salih. O sapıkça hissi zorlukla yutkundu. Karşısındaki Ercan gibi gelmemişti ona birden. Sorular kafasının üstünde harmandalı oynarken Ercan konuştu: “Bilader, anlamıyor musun ben çocukluğuma döndüm. Bir daha yaşadım tüm yaşamı. Ama seni de hiç unutmadım. Ha ha ha. Hala aynı mal Salih misin diye bakayım dedim. Şu salak suratı görmek için taa NewYork’tan geldim buraya.”
Arabaya yaklaştı Salih. Elleri zangır zangır titremeye başlamıştı.
“Yaa,” diye devam etti Ercan o küstah gülüşüyle. “Bambaşka bir hayat sürdüm bu sefer ve bak, nasıl da zenginim, görüyor musun taşak kafa.”
“Olamaz,” diye sayıkladı Salih.
“Bal gibi de oldu işte götoş,” diyerek öne uzandı Ercan. “Al bakalım, bu kartım. Kendini toparlayınca beni ara, belki sana da ayarlarız bi işler. Şimdi kaçmam lazım koçum, iki fıstıkla randevum var.”
“Ercan,” dedi Salih ama araba müthiş bir hızla öne atılmış, neredeyse betonu halı gibi çekip arkasına atmıştı. Her salise daha da hızlanarak ilerledi. Gecenin loşluğunda bile görüldü betondan yükselen tozlar ve birden, tam kavşakta bir arabayla içiçe geçti Porsche. Gacırtılar, çatırtılar, kırılan camlar kulağını yırttı geçti Salih’in. Bir kez daha Ercan, dedi o ve silkinip koşturmaya başladı arabaya. Farlar çevresinde dönerken kaderin ne kadar da cilveli bir orospu olduğunu çok iyi anlamıştı...

Hiç yorum yok: