5 Şubat 2008 Salı

GEÇİŞ

Gözlükleri kenarlara basınçla geçmiş, kalın camın üstü buzlaşmış kar taneleriyle kaplanmıştı. Kazma elinde sarkıyor, kaya tırmanışını bitireli bir saat olmasına rağmen beline asmayı akıl edemiyordu. Yüksek irtifa, heyecanıyla birleşince soluklar bir battaniyenin arkasından çekiyormuşçasına zor geçiyordu göğsüne. Karla kaplı geniş alan rahat bir eğimle zirveye doğru uzanıyordu. Azim çoktan kesilmiş bacak kaslarına gerekli adrenalini gönderince eğilerek tekrar yürümeye başladı. En çok üç saat sonra sayılı dağcılardan birisi olacaktı o zirveye bayrağı diken. Gurur duyacaktı ülkesinin başarıya aç, zavallı insanları. Gülümsedi. Kafasını kaldırıp bir kez daha bakmak istedi doruğa ve şaşkınlık içinde, gözlerini birkaç kez kırpıştırarak o inanılmaz şeyi gördü. Yüz metre kadar ileride bir kapı vardı. Enerjiyle parlayan, hatta karlarda yansıyıp gözünü alan sapsarı bir kapı. Neler olduğunu anlamamıştı. Önce tedirgin sonra büyük adımlar attı. Ardından elinden geldiğince koşturdu. Kapının yanına vardığında yere düştü. Başını kaldırdığında nefessiz kalmasını umursamadan oraya baktı ve enerji ışımalarının arkasında hayal meyal gökyüzüne uzanan doruğu gördü. Bir kaç kere düşmesine rağmen sonunda değneğine yapışıp doğruldu. Nereden çıkmıştı bu kapı? Nereye geçiş sağlıyordu? Mistik duygular ne kadar korksa da ileri ittirdi onu. Elini uzatıp enerjinin içine soktu. Bir karıncalanma hissetti vücudunda. Ardından bir rahatlama. Sanki dinçlik yürüyordu göğsüne. Biraz daha yaklaştı. Meraktan ölecekti. Tanrı muhakkak bir mesaj veriyordu ona. Belki de bir ödül. Oraya kadar yapayalnız, türlü zorluğu aşıp geldiği için. Evet. Kapı açılmıştı işte önünde. Adımını attı. Bir an duraksadı sonra. Bir kısa soluk daha aldı ve geçiverdi diğer tarafa.
Gözlerini kırpıştırdı bol bol. Trafik sesleri kulaklarına dolarken buğulu bir cam silinince nasıl ortaya çıkarsa öyle beliriverdi görüntü. İki gün önce tırmanışa başladığı şehrin meydanına geri gelmiş, üstündeki giysilerle şaşkın bir uzaylı gibi dönüyordu çevresinde.
İnsanlar onu gösterip gülerken “Siktir be,” diye bağırdı. “Hay ağzına...”
İnanamıyordu, zirveye ulaşmasına bu kadar az kalmışken yine yola çıktığı yerdeydi. O kapı gibi onlarcasının yüzlerce yıl önce güçlü bilgeler tarafından, kısa zamanda aşağı inmek, şifa bekleyenlere çabuk ulaşmak için açıldığını bilse de umurunda olmazdı. Şu anda duyduğu tek şey öfkeydi. Bütün o zorlukları bir daha çekmek zorunda kalacak olmanın getirdiği inanılmaz çaresizlikle içinde köpürüp büyüyen korkunç öfke...

Hiç yorum yok: