Kemal, Çoban Tuğrul ve Piç Yavuz’un arasında karanlık ormanın içlerine doğru mistik bir gerilim içinde ilerliyordu. Zenginlik düşüncesi üçünün arasında bir hayalet gibi dolaşıyor, bir ona bir şuna bir öbürüne uğrayıp bolca vaatte bulunarak tatlı tatlı gülümsemelerine yol açıyordu.
“Daha çok mu var be?” diye sordu Kemal daralan nefesini açmak için bir süre mola vererek. “Versenize bir bakayım şu haritaya.”
“Naapçan lan şimdi? Yürü hadi.” diye çıkıştı Piç Yavuz, “Biz günlerdir inceliyoz, merak etme sen, az kaldı.”
“Çok sabırsız kardeşim bu adam da yaa,” dedi çoban, sırtlan gülüşüyle. “Paraya çok ihtiyacı var sanki. He heh he!”
“Var tabi. Sizin ne kadar varsa o kadar var,” derken düşündü Kemal. Çoban ne demek istiyordu ki? Kendisinin işsiz olduğunu bilmiyor muydu? Güldü Yavuz da...
“İçin zengin senin Kemalcim, için. Onu diyo çoban.”
“Heee, onu diyom, he he hee!”
İkisi de gevrek sırıtmalarla sarsılmaya devam ederken çıkıştı Kemal:
“İç zenginliğine sokayım. Ağzımız kokuyo oğlum. Hadi be! Bi de essah çıkıyo mu şu küp muhabbeti!”
“Çıkacak oğlum, sen merak etme, yeter ki bizle birlikte yürümeye devam et.” dedi Yavuz.
“Hee, sen yanımızda dur yeter. He hee hee.” diye, sırıtarak katıldı Çoban.
Yeniden ilerlemeye başladılar. Çok geçmeden merakı baskın gelip yine sordu Kemal.
“Ayaklarıma karasular indi be. Hişşt, Yavuz. Çok var mı daha harbiden?”
Durdu Yavuz. Çevresine bakındı. Sonra Kemal’e cevap vermeden “Burası olabilir mi?” diye sordu Çoban’a.
“Hı hı.” dedi çoban. Ciddileşmişti.
Kemal’i heyecan bastı ansızın. “Nasıl lan? Geldik mi?” diye sordu titreyerek.
Yavuz’un seslendiği kişi yine kendisi olmadı. “Kazmayı çıkar bakalım.” dedi Çoban’a.
Bir daha sordu Kemal inanmazmış gibi. “Burası mı lan gerçekten? Yavuz!”
Yavuz ona bakıyor ama cevap verecekmiş gibi görünmüyordu. İhtiras dolu soğuk bir ışık kaplamıştı gözlerini. Haritanın gerçek olup olmadığı az sonra belli olacaktı, tedirgin olması normaldi. Anlayışla önüne bakıp malzemelerini çıkaracaktı ki bir soru daha geldi Kemal’in aklına. Allah Allaah? Nasıl böyle oluyordu ki?
“Pardon be Yavuz. Bu nasıl harita? Mihenk taşı falan yok mu yaa? Öyle göz kararı mı..? Ahhhh!!”
Ve susmak zorunda kaldı Kemal. Sırtına saplanan kazmayla yere yuvarlanıp toprağa yapıştı. O orada, can çekişip sarsılan vücuduyla yatarken hemen koşup başına çöktü diğerleri. Bir çabuk kazmayı çıkarıp sırtüstü çevirdiklerinde iğrenç kokan son nefesini küfredermiş gibi suratlarına yolladı Kemal. Onlar buna aldırmayıp bıçaklarını çektiler ve karnını boydan boya yarıp ellerini içine soktular.
Önce Piç Yavuz dışarı çıkardı ellerini. Çoban’ın burnunun önüne getirip bağırdı.
“İşte oğlum, bak, haritayı görünce olur mu hiç, sahte bu demiştin. Gördün mü, yalan değilmiş. Zengin olduk zengiiin!”
Avucunda, üstünü kaplayan kana ve gecenin karanlığına aldırmadan parıldıyordu zümrütler...
10 Şubat 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder