5 Şubat 2008 Salı

TELEVİZYONUN SUNDUĞU

Kerem on altı yaşında, sarı saçlı, kepçe kulaklı, öğrenme güçlüğü yüzünden orta üçte takılıp kalmış sevimli bir çocuktu. Televizyon izliyordu gözlerini dört açmış. Ekranda beliren görüntüyü görünce önce ellerini ovuşturdu, sonra da ayağa dikildi. Haiti’den manzaralar gösteren bir magazin programıydı onu heyecanlandıran. Televizyona doğru yürüdü Kerem. Hipnotize olmuştu sanki. Elini ileri uzatıp cama dokununca elektrik akımı bileğine kadar yürüyüp titretti vücudunu. O geri çekilmedi. Diğer elini de uzattı. Akım maviye dönüp sardı kollarını. Kafası eğilmişti bu sırada Kerem’in… Uzanıp içeriye atlayıverdi ve ekrana düşüp kumsalda şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Sonra koşturup çıktı görüntüden. Beş altı saat kadar sonra bir şehrin sokaklarında dillerini bilmediği insanlara telefonu gösterip jeton istemeye çalışıyordu. Sonunda birisi acıyıp biraz bozuk para tutuşturdu eline. Koşturup numarayı çevirdi Kerem. Az sonra annesi telefondaydı.
“Anne, ben Haiti diye bir yerdeyim, sıkıldım ya, alın beni buradan.”
“Allahın cezası,” diye bağırdığı duyuldu kadının. Yoldan geçen birkaç zenci sesin yoğunluğundan etkilenip o tarafa çevirmişlerdi başlarını. “Yine mi yaptın şunu. Gözün körolmasın. Nasıl alıcaz seni? Allah senin belanı versin e mi! Ne diyim ben san…”
Kesildi telefon. Şimdi Kerem hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı…

Hiç yorum yok: