4 Şubat 2008 Pazartesi

ÖLÜMSÜZ ADAM

Bir gün yaşlı bir adam karşısına çıkıp Osman’a “Ölümsüz” olduğunu söyledi. Ve onun için hayat bir daha asla aynı olmayacaktı…
O anda, Osman, iş çıkışı Beşiktaş’ta bir tektekçiye uğramış, birasını yudumlamaktaydı ve kafasında şöyle güzel bir kız bulmaktan başka hiçbir sorun yoktu. Her gün sıkıcı da olsa işine gidiyor, finans sektöründen ekmeğini yiyip normal bir hayat sürüyordu. Ağzına koca bir yudum daha doldurmuş, eve mi dönse, bir arkadaşını arayıp başka bir yere mi takılsa diye düşünürken, sakalı uzun kel bir adam gelip karşısına oturdu. Bozuldu Osman ve insan bir izin alır dedi içinden. Üstelik bu adam direkt yüzüne bakıyordu sinir bozucu bir şekilde.
“Osman,” dedi birden çirkin adam dişsiz ağzıyla tükürükler saçarak. “Sen ölümsüzsün.”
Şaşkınlıktan küçük dilini yutuyordu Osman. İsmini nereden biliyordu bu herif? Bir şakaya kurban gitme ihtimaline karşı çevresine bakınıp tanıdık birilerini arandı. Ama kıkırdayan, birbirini dürten falan yoktu en uzak yerde bile. Kafasına tak tak diye vurdu yaşlı adam bu sırada. “Sen ölümsüzsün.”
“Kimsin sen,” diye sordu Osman telaşla, “ismimi nerden biliyorsun?”
Yaşlı adam elini genç adamın elinin üstüne şefkatle koyup sıktı. “Sana bahşedilen armağana sıkı sıkı yapış Osman. Ve artık hayattan korkmaktan vazgeç. Sadece anı yaşa. Ölümsüzsün sen.”
Ardından öyle hızlı kalktı ve öyle hızlı dışarı çıkıp uzaklaştı ki, Osman peşinden “Dur,” lafından başkasını söyleyemezken ayağa bile kalkamadı. Ama aklında da birden ilginç çağrışımlar dönmeye başlamıştı. Panik ataktan müzdaripti ve ölüm korkusu yüzünden çoğu şeyden kaçmak zorundaydı. Uçağa binemezdi mesela. Heyecanlı filmlere gidemezdi kalp krizi geçiririm diye. Fakat o adam bunları bilemezdi ki. Hayattan korktuğunu nereden çıkarmıştı?
Sonraki günler saçma bir şeyler yaşadım, geçti gitti işte; diye avuttu kendini. Ancak yaşlı adamın sözleri beynine zamkla yapışmış gibiydi. Sürekli dönüp duruyor, ona ne kadar sıkıcı bir hayatı olduğunu hatırlatıyordu. Tanıyordu kendisini. Neler yaşadığını ondan daha iyi biliyordu. Yüzünden anlamıştı bunu. Ölümsüzlük olgusu gerçekten baş döndürücüydü ve ona çılgınca fikirler fısıldayıp duruyordu. Sonunda takıntısı öyle bir arttı ki, onu şu delice karara getirdi. Deneyecekti. Tabi bir kız arkadaşı olmaması, toplum içinde saygı görmemesi, ailesiyle arasının açık olması da etkendi bunda. Ölümsüz ise yapabileceklerini düşünerek içi gıcıklanıyordu. Günlerce cebelleşti bu fikirlerle ve sonunda babasının evinde aldı soluğu. Gece kendisinden iki kelime sohbeti bile esirgeyen babası yattıktan sonra çekmecedeki ruhsatlı silahı aldı. Doluydu. Yutkundu. “Sen ölümsüzsün,” lafı çıkıp büyüdü o dişsiz ağızdan. Ve bastı tetiğe Osman.
Kafası dağılıverdi. Duvara kan püskürmüş, sağ tarafında oluşan delikten beyni şıp şıp akmaya başlamışken, o öylece duruyordu. Yüzünde garip bir gülüş belirmişti. Dışarı fırladı babası. Oğlunu hastaneye götürürken, hala yaşadığına inanamıyordu adamcağız. Orada doktorlar da şaştı kaldı bu duruma. Kafatasındaki delik kapatıldı ve bir hafta sonra taburcu edildi Osman. Ölmemişti gerçekten de. Ancak yüzünde kalan o küçük mimikten başka hiçbir tepki vermiyordu yaşama. Çünkü beyni akıp gitmiş, ölmeyen vücuduna anlamlı bir şekilde kontrol eden bölümler devre dışı kalmıştı. Aklı çalışmadığı için ölümsüzlüğünü denemek üzere ne kadar yanlış bir metod seçtiğini de bilemiyor, öylece gülümsüyordu.
Ayağı takılıp bir uçuruma düşene ve kopan bacaklarıyla yürüyemeyene kadar öyle, ölümsüz, bir zombi olarak yaşadı, bazı zamanlar da bir kuru ekmek kapmayı başardı esnaftan…

Hiç yorum yok: