5 Şubat 2008 Salı

BU KAÇINCI?

Elli yedi yaşına gelmişti Mustafa bey. Saçları beyazlamış olsa da dinç bir adamdı. Daha yeni emekli olmuştu vergi dairesinden. Tadını çıkarmak için küçük gezilere çıkıyor, belediye parkının oradan dönüp gözü denizin anılarla dolu kıpırtılarında eve dönüyordu sabahları. O gün de aynı güzergahta salına salına gezinmekte, dökülen sarı yaprakların üstünde oynaşan serçelere bakmaktaydı ki, tam tepesinde karanlık bir şeylerin kıpırdadığını hissetti. Bir bulutun o derece hızlı hareket etmesinin imkansızlığını algılar algılamaz telaş içinde yukarı kaldırdı başını ve karanlığı lime lime üstüne sarmış iğrenç bir varlıkla karşılaştı. Daha ne olduğunu anlayamadan üstüne indi yaratık. Mustafa bey bağırmak istedi ama sesi çıkamadı. Diğer seslerin de yokolduğunu farketti. Dünyevi olan her şey yutulmuş gitmişti korkunun yarattığı esintiyle. Karşısına konar konmaz elindeki devasa tırpanı havaya kaldırdı yaratık ve Mustafa bey ölümle karşı karşıya olduğunu anlayıverdi. Tutmayan dizleriyle yere çökemeden tırpan müthiş bir hızla içinden geçerek biçti gövdesini. “Allaah!” diye bağırdı o ve duyduğu inanılmaz acıyla kendini geriye atıp parkın kuru toprağına yapıştı. Karanlık yerini mavi gökyüzüne bırakırken sımsıkı yumduğu gözlerini açtı. Çektiği ağrı dayanılmaz olsa da ayağa kalktı inleyerek. Zorlukla doğrulup çevreye bakındı. Hiçbir şey anlamamıştı. Kendini çimdikleyip hayatta olduğunu müşahade ettikten sonra üstünü başını silkeleyip hızla eve koştu.
Bir ay kadar dışarı hiç çıkmadı. Karısı parktan söz açmaya kalkarsa hemen lafı ağzına tıkıyor ve başka bir şey söylememesi için aksileşiveriyordu. Kimseye olan bitenden söz etmemişti. Göğsündeki morluğu göstermemek için de müthiş bir efor sarfediyordu giyinip soyunurken. Ancak evden çıkmamasının işe yaramayacağı, yani korkunun ecele faydası olmayacağı o gün kötü bir tecrübeyle sabitlendi. Koltukta oturup televizyona bakarken görüntü değişivermişti. Kurak bir alanda karanlık bir figür ekrana doğru yaklaşıyordu son hızla. Bunun Azrail olduğunu anlayınca kalkıp kaçmak istedi ama ayaklarındaki güç bir kez daha çekilip gitmişti. Ölüm ekrandan çıkıp odanın içinde büyüyüverdi. O kadar korkunçtu ki, pelerininin karanlığında oynaşan gözlerine bakmak neredeyse imkansızdı. Tırpanını kaldırıp Mustafa beyi tam ortadan o müthiş acıyla ikiye biçti. Yere kapaklandı zavallı ve inleyerek önce kapıya, sonra da merdivenlere sürükledi kendini. Aşağıya düşüp duvara çarptığında bayıldı. Karısı buldu onu. Ancak kim ne sorduysa hep aynı cevabı alacaktı. “Başım döndü.”
Bir yıl kadar hiçbir şey olmadı. Ancak korkuyu her daim yanında taşıyor, ne yapsa o iğrenç tedirginliği üstünden atamıyordu. Anlamadığı bir şey de vardı. Nasıl ölmemişti Azrail ile karşılaşıp. Bu süre zarfında kütüphanelerden çıkmamış, ölüm deneyimi ile ilgili her şeyi okumuş, yine de kendisinin yaşadığına yakın bir şeylerle karşılaşmamıştı. O gün tuvalette ıkınırken de başka bir şey düşünmüyordu. Kapı açılıp içeriye kumlu koyu gri tozlar doluştuğunda ellerini yüzüne siper etti ve ne zamandır kurduğu gibi bağırdı. “Duur, yalvarırım duur!”
Etkili olmuştu haykırışı. Rüzgar yavaşlarken kumlar yere döküldü. Arkada buz gibi, iğrenç soluklarla büyüyerek duruyordu Azrail.
“Ey yüce Azrail,” diye daha da yüksek bağırdı Mustafa bey. “Lütfen söyle, niye öldürmüyorsun beni? Neden saldırıp yaşama sevincimi elimden alıyorsun? Böyle yaşayacağıma ölmek istiyorum ben!”
Davudi bir ses yayıldı tuvalete birden. Hangi uzaklıktan ve nasıl bir derinlikten geldiği belli değildi:
“Sana beş can bahşedilmiş Mustafa Alituna. İki kere daha geleceğim bundan böyle. Sen yaşamana devam et. Ölümü düşünme.” Ve lafı biter bitmez kumlar tekrar ayaklanıp Mustafa beyin ağzına burnuna doluştu, onu soluksuz bırakıp yere devirdi. On saniye kadar sonra geri çekilip aralıklardan sonsuz bir hızla akarak yokoldular ama. Mustafa bey ayağa kalktı sevinçle. Daha iki canı vardı ha. Birden dünyanın en şanslı adamı olmuştu. Neredeyse oynamaya başlayacaktı. Dışarı attı kendini ve orada Azrail’in korkunç bir kahkahayla kendisini beklediğini gördü. “Ama hayır,” diye bağırdı. “Bu kadar çabuk mu!”

Hiç yorum yok: